Saturday, 27 February 2010

Gönül Yazar/ Dök Zülfünü Meydana Gel


Photo by Stüdyo Yaşar, Nişantaşı
available at Beyaz Gazete @ http://galeri.beyazgazete.com/gonul-yazar-fotograf-r9282.html


Here is the most joyful love song I have ever listened to in Classical Turkish Music. It is like a serenade, sang by Gönül Yazar; the dolly bird of the Turkish music.
Dök Zülfünü Meydana Gel: http://fizy.com/s/1ahunr

Friday, 26 February 2010

Alina Szapocznikow



Image from Freeze Art Magazine @ http://www.frieze.com/issue/article/mouth_to_mouth/
for an article on the artist : http://www.artmargins.com/index.php/exhibitions/106-alina-szapocznikows-protean-body

Wednesday, 24 February 2010

Belle de Jour




6-7 yaslarindayken, Ahmet adında bir bez bebeğim vardı. Sarı saçları keçe gibi, gözleri maviydi. Kolları bacakları hep yanlara doğru açık durur, hiçbir zaman tam olarak istedigim pozisyonu almazdı. Lacivert, gövdesine yapışık bir tulum giyiyordu... ayaklarını nedense hiç hatırlamıyorum.

Onu hiç yanımdan ayırmaz, onla yemek yer, televizyon izler, ona sarılarak uyurdum. Eğer süpermeni izlemek ya da komşunun kızı Bihter'le lego oynamak gibi dikkat gerektiren bir işe girişir de Ahmetim'i unutursam kendimi suçlu hissederdim. O benim hem arkadaşım, hem de çocuğumdu çünkü. İnsan çocuğunu hiç unutur mu? Hayır. Ama gün gelir, annelerin de okula gitmesi gerekir. Bu ayrılık zorunlu olduğu için annelerin suçu değildir. Anneler Ahmetleriyle akşamları ilgilenir...tabi ödev yapmaktan fırsatları kalırsa.

Okulun ilk yıllarında-tam olarak zamanını bilemiyorum-günlerden bir gün Ahmet'e çok kızdığımı hatta ona çok feci alındığımı hatırlıyorum. Bu duygu o kadar şiddetliydi ve ben onunla nasıl başedeceğimi o kadar bilemez haldeydim ki Ahmet'i iki hafta-belki de daha uzun bir süre-evin giriş kapısının sağındaki ayakkabılığın alt dolabına (mevsim yazdı ve oraya kimse bakmazdı) kapattım. Onu cezalandırmak istiyordum...çok kötü şeyler yapmıştı.

Ahmet'i o karanlık, kokulu deliğe tıkışdırışımın nedenini uzun yıllar hiç düşünmedim...ta ki gecen haftalarda bir gece internet sebebiyle girdiğim gereksiz münasebetler sonucu ilkokul aşkımı bilgisayar ekranında karşımda görünceye kadar. Karşımdaki yabancı yüz her ne kadar bana hiç bir şey ifade etmese de, beni fark etmeden okula ilk başladığım yıllara götürdü.

Ahmet ile ilgili esrarın o gece çözüleceği varmış. Önce Ahmet'in isminin aynı zamanda sınıfımdaki çok sevdiğim bir arkadaşımın da ismi olduğunu fark ettim. Acaba onu mu cezalandırmak istemiştim? Ama ona bu kadar eziyet çektirecek kadar güçlü bir şey hissetmiyordum. Sonra Ahmet'in en yakın arkadaşı olan, sabah akşam hiç aklımdan çıkmayan K.'nın (sevdiğim çocuk) da sarışın ve mavi gözlü olduğu aklıma geldi. Gerisi artık çok açıktı. K.'ya aşıktım. K. başkasına aşıktı. Sınıftaki 7 Elif'ten birine...

Ahmet'le bir daha hiç oynamadım. O benim çocuğum ya da arkadaşım değildi artık.
Barbie bebeklerle oynamaya başladım. Saçlarını kestim, kaşlarını boyadım. Annem kızdı. Anneannem onlara kazak örmeme, babaannem kıayafetler dikmeme yardım etti.

Bir daha hiç erkek bir bebeğim olmadı.

Thursday, 11 February 2010

Doris Salcedo/Abyss


for an article on this work and the artist's other works see Joshua Mack http://www.artreview.com/profiles/blog/show?id=1474022%3ABlogPost%3A806
Almost one year ago I was thinking how it would be possible to create a space in Istanbul that would function as a temple for people from all beliefs and nonbelievers. The idea came out of a very basic need: to have one place for contemplation. This place should not have any signs, symbol, anything that reminds one of any religion. One friend at that time (a landscape architect) told me about the Garden of Poets in Japan. I could not find many images about the place but I liked the idea that the temple could actually be a garden, or even an inner court; a hidden place in the middle of the city. I know Istanbul is full of forgotten spaces like that. But later, I realized that people in Istanbul already have such places of contemplation which are the boats that transport people from one side of the city to the other. And the Bosphorus with its magnitizing beauty just saves these people to be drawn in the chaos of their inner troubles, even for a moment.
Doris Salcedo's piece with its direct reference to death and claustrophobic pressure seems to have the power to fear the audience at first instance. This architectural "trap" which looks like Noah's ark made upside down might really be dreadful for the audience who is not willing to face the existential questions the work poses. However, it seems to me that Abyss may also be experienced as a place of contemplation where we leave our eartly concerns out and think about death as the inevitable signifier of life itself. Design of the structure that allows for sunlight to enter from the gallery windows proves that life is just there to enter any moment and we are free to leave whenever we want (to either side).

Wednesday, 10 February 2010

Christopher Wool / The Harder You Look...


Untitled 2000
Enamel on aluminum, 108" X 72"


I Can't Stand Myself When You Touch Me,
1994 Enamel on aluminum, 108" X 72"

Official web site: http://wool735.com/cw/home/

Monday, 1 February 2010

Mario Giacomelli/ Questo Ricordo Lo Vorrei Raccontare/I Would Like to Tell This Memory









For more and the famous "Io Non Ho Mani Che Mi Accarezzino Il Volto/ I don't have hands that caress my face" series, visit Mario Giacomelli official web site: http://www.mariogiacomelli.it/